Hapşırdığımızda birilerinin bize “Çok yaşa!” demesinin ya da benzeri iyi dileklerde bulunmasının, aslında kökeni binlerce yıl öncesine dayanan küresel bir gelenek olduğunu biliyor musunuz? Günümüzde otomatikleşmiş bir nezaket ifadesi olsa da, bu alışkanlığın arkasında oldukça ilginç teoriler yatıyor.

Antik çağlardan Orta Çağ’a kadar uzanan dönemlerde, insanlar hapşırmanın ruhun vücuttan kısa süreliğine ayrılmasına neden olduğuna inanıyordu. Bu nedenle, “Çok yaşa!” ya da “Tanrı seni korusun!” gibi ifadeler, ruhun kötü ruhlar tarafından ele geçirilmesini veya geri dönememesini engellemek amacıyla söylenirdi. Özellikle Roma İmparatorluğu döneminde, hapşırmanın genellikle iyi bir alamet, bir tür kehanet olduğuna inanılır ve bu yüzden “Selamet” gibi dileklerle karşılık verilirdi.

En sık alıntılanan açıklamalardan biri , Kara Ölüm‘ün Avrupa, Asya ve Kuzey Afrika’yı kasıp kavurduğu 14. yüzyıldan beri “Tanrı seni korusun” ifadesinin kullanıldığını iddia ediyor. Bu salgın hastalık sırasında hapşırık vebanın tehdit edici bir işareti olarak görülüyordu. “Tanrı seni korusun” veya “çok yaşa” demek bir iyi dilek olarak kabul ediliyordu.

Yüzlerce yıldır devam eden gelenek

Günümüzde ise, bu eski inançların çoğu unutulmuş olsa da, hapşırma sonrası iyi dilekte bulunma geleneği nezaket ve sosyal bir alışkanlık olarak devam ediyor. Çoğu kültürde, hapşırmanın ardından iyi niyet göstergesi olarak bir karşılık beklenir. Bu, hem hapşıran kişiye verilen önemi gösterir hem de toplum içinde yerleşik bir iletişim kuralı haline gelmiştir.

Kimi kültürlerde “Sağlık!“, kimilerinde “Gürültüsüz yaşa!“, kimilerinde ise sadece “Çok yaşa!” gibi farklı ifadelerle bu gelenek sürdürülür. Yani, hapşırınca söylenen bu sözler, binlerce yıllık korkuların, inançların ve nezaketin modern hayatta yankılanan birer sembolüdür.