Laboratuvarda altın üretmek artık mümkün; ama ne kadar mantıklı?
Bilim insanları, bazı elementlerin atom çekirdeklerinde değişiklik yaparak yapay altın elde etmeyi başardı. Ancak bu süreç yalnızca teorik bir başarı sunuyor; çünkü gereken enerji ve maliyet, yöntemi pratik olmaktan çıkarıyor.
Bilim insanları, yüzyıllar boyunca simyacıların ulaşmayı hayal ettiği bir dönüşümü nihayet teknik olarak gerçekleştirdi: Laboratuvar ortamında yapay altın üretmek… Ancak bu başarı, beraberinde ciddi bir gerçekliği de getiriyor: Altın üretmek mümkün, ama son derece pahalı ve pratikte verimsiz bir işlem.
Dünyadaki altının büyük bölümü aslında uzay kökenli. Milyarlarca yıl önce süpernova patlamaları ya da nötron yıldızlarının çarpışması gibi olağanüstü enerjik olaylar sırasında, evrende bulunan daha hafif elementler, altın gibi ağır metallere dönüştü. Bu atomlar uzaya yayıldı ve Dünya’nın oluşumu sırasında gezegenin içine hapsoldu. Zamanla jeolojik süreçlerle yüzeye çıkarak bugün bildiğimiz altın rezervlerini oluşturdu.
Modern teknoloji sayesinde bu dönüşüm, artık kontrollü bir şekilde laboratuvar ortamında da taklit edilebiliyor. Bilim insanları, farklı elementlerin atom çekirdekleriyle oynayarak altın benzeri yapılar elde etmeyi başarıyor. Ancak bu süreç, yalnızca bilimsel deneyler için anlam taşıyor. Çünkü enerji ihtiyacı o kadar yüksek ki, ortaya çıkan yapay altının ekonomik bir değeri bulunmuyor.
Teorik olarak bir elementin atom çekirdeğine bir proton eklemek ya da çıkarmak, onu başka bir elemente dönüştürebilir. Örneğin altının (atom numarası 79) bir protonunu çıkartarak platine (78) ya da bir proton ekleyerek cıvaya (80) çevirmek mümkün. Ancak atom çekirdekleri son derece kararlı yapılardır. Altın, özellikle kimyasal olarak en az tepkimeye giren elementlerden biri olduğu için bu tür değişiklikler kolaylıkla gerçekleşmez.
Bu nedenle bu tür dönüşümler, yalnızca çok yüksek enerjili nükleer reaksiyonlar veya parçacık hızlandırıcılar yardımıyla gerçekleştirilebiliyor.
Radyoaktif altın: üretiliyor ama kullanılamıyor
1941 yılında yapılan bir deneyde, cıva atomları nötronlarla bombardıman edildiğinde, çekirdeklerinden bir proton koparak altın oluştuğu gözlemlendi. Ancak ortaya çıkan altın izotopu radyoaktifti, yani kararsız ve kullanılamaz durumdaydı. Benzer şekilde, platinin çekirdeğine bir proton eklenerek de radyoaktif altın üretilebiliyor.
Bu dönüşümlerde pratik bir sorun var: Üretilen altın miktarı son derece az ve genellikle kısa ömürlü. Üstelik gereken enerji, milyonlarca dolarlık bir yatırım gerektiriyor.
CERN’deki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı’nda yapılan deneylerde, kurşun (atom numarası 82) çekirdekleri yüksek hızda birbirine yaklaştırıldı. Bu esnada oluşan elektromanyetik alanlar, çekirdekten üç protonu kopardı ve geçici olarak altın atomları oluştu. Ancak bu yöntemle elde edilen altın miktarı öylesine küçüktü ki, bilimsel bir gösterimden öteye geçemedi.
1980’lerde Nobel Ödüllü kimyager Glenn Seaborg da benzer bir süreci farklı bir elementle gerçekleştirdi. Bizmut (atom numarası 83) atomlarını parçacık hızlandırıcıda karbon çekirdekleriyle çarpıştırarak altına dönüştürmeyi başardı. Deney başarılıydı, ancak ekonomik açıdan tamamen işlevsizdi. Seaborg, bu yöntemle bir ons altın üretmenin yaklaşık bir katrilyon dolara mal olacağını belirtmişti.
Altın üretmek teknik olarak artık mümkün. Ancak bu yöntemlerin hiçbiri ticari üretim için uygun değil. Ortaya çıkan altın genellikle radyoaktif, üstelik üretim süreci devasa enerji ve altyapı gerektiriyor. Bu da, simyacıların asırlardır peşinden koştuğu hayalin bugün bilimsel bir gerçekliğe dönüşmüş olsa bile, halen ekonomik bir değer taşımadığı anlamına geliyor.
KAYNAK : www.chip.com.tr
Yorum gönder