Evrendeki uzak nesnelere bakmak, zamanda geriye bakmak gibi düşünülebilir. Işık hızı sınırlı olduğu için, çok uzakta olan nesnelerden yansıyan ışığın bize ulaşması milyonlarca hatta milyarlarca yıl alabiliyor. Dolayısıyla çok uzaktaki nesneler, evrenin de genç olduğu dönemde olduğu gibi çok genç nesneler olarak gözüküyor. Bu yüzden, oldukça eski görünen çok uzak bir galaksi bulan gökbilimcilerin şaşkınlığının anlaşılır olduğunu söyleyebiliriz.

Bulunan bu galaksi, ZF-UDS-7329 olarak adlandırılıyor. Gözlemler, galaksinin ışığının 11,5 milyar yıl öncesinden geldiğini ve devasa yıldız popülasyonunun 13 milyar yıl önce zaten mevcut olduğunu gösteriyor. O galaksideki tüm yıldızların kütlesi, galaksimiz Samanyolu’ndaki yıldızların en az iki katı ve galaksimizin bu kadar büyümesi milyarlarca yıl aldı. Bir galaksinin sadece birkaç yüz milyon yılda nasıl bu kadar büyüdüğü ise şu an bilinmiyor.

Swinburne Teknoloji Üniversitesi’nden ortak yazar Dr. Themiya Nanayakkara bir açıklamada “Artık evrenin derinliklerinde var olan en eski devasa, hareketsiz canavarları doğrulamak için mümkün olanın ötesine geçiyoruz. Bu, galaksilerin nasıl oluştuğuna ve geliştiğine dair mevcut anlayışımızın sınırlarını zorluyor. Şimdi asıl soru, bunların evrenin çok erken dönemlerinde nasıl bu kadar hızlı oluştukları ve evrenin geri kalanı bunu yaparken aniden yıldız oluşturmalarını hangi gizemli mekanizmaların engellediğidir” dedi.

Galaksi ilk kez yıllar önce tanımlandı, ancak gerçekten sıra dışı özellikleri, yerdeki gözlemevleri tarafından tespit edilemedi. Sadece James Webb uzay teleskobunun üstün bakış açısı sayesinde gökbilimciler bu durumu doğru bir şekilde inceleyebildiler. JWST, uzayda olduğundan dolayı Dünya atmosferinden kaynaklanan sınırlamalardan etkilenmiyor.

Yine Swinburne’den başyazar Profesör Karl Glazebrook, “Bu özel galaksiyi yedi yıldır takip ediyoruz ve kaç yaşında olduğunu anlamak için onu dünyadaki en büyük iki teleskopla gözlemleyerek saatler harcadık. Ama çok kırmızı ve çok soluktu ve ölçemedik. Sonunda, doğasını doğrulamak için Dünya’nın dışına çıkıp JWST’yi kullanmak zorunda kaldık” dedi ve ekledi: “Bu, 2010 yılında başlattığımız ve bu galaksiyi olağandışı olarak tanımlamamıza yol açan kızılötesi gökyüzü araştırmalarından, Keck ve Çok Büyük Teleskop’ta denediğimiz uzun saatlere kadar, büyük ölçüde bir ekip çalışmasıydı ancak, geçtiğimiz yıl JWST verilerini nasıl işleyeceğimizi ve bu spektrumu nasıl analiz edeceğimizi bulmak için çok büyük çaba harcamamıza kadar bunu doğrulayamadık.”

Bu tek bir nesne olsa da, diğer olağandışı keşiflerle birleştirilen sonuçlar, evrenin erken dönemlerinde önceden düşünülenden daha fazla karmaşıklık olduğuna işaret ediyor. Bu karmaşıklık, karanlık maddenin nasıl bir araya geldiğiyle ilgili olabilir. Galaksiler, bu ilkel karanlık madde halelerinin yerçekimsel kuyularında oluşur. Elbette galaksi evriminde henüz algılayamadığımız başka süreçlerin olması da mümkün.

Batı Avustralya Üniversitesi’nden Doçent Claudia Lagos, “Galaksi oluşumu büyük ölçüde karanlık maddenin nasıl yoğunlaştığıyla belirleniyor” diyor ve devam ediyor: “Evrenin bu kadar erken bir döneminde bu kadar büyük kütleli galaksilere sahip olmak, standart kozmoloji modelimize önemli zorluklar çıkarıyor. Bunun nedeni, bu devasa galaksilere ev sahipliği yapacak kadar büyük karanlık madde yapılarının henüz oluşmaya zamanının olmadığını düşünmemiz. Bu galaksilerin ne kadar yaygın olabileceğini anlamak ve bu galaksilerin gerçekten ne kadar büyük olduğunu anlamamıza yardımcı olmak için daha fazla gözlem gerekiyor.”

Çalışma Nature’da yayınlandı.